18 Ekim 2013 Cuma


YETER Kİ...

1982 baharı, o sıralar Ülkü Tamer yönetimindeki Sanat Olayı dergisinde yayımlanan "Nazım ve Cendrars'dan Sonra" adlı, Nazım'ın "Saman Sarısı" gibi çok uzun ve olağanüstü şiirin neredeyse bütün dizelerinin belleğimdeki tazeliği sürmekteyken ve bu ülkede hala Yeter ki Kararmasın ve Bahar İsyancıdır diyebilecek bir yürek taşınabileceğini henüz bilmiyorken ve üstelik 'İshak'ın serin ve güvenli avlularından çok uzakta, İstanbul'da, Papirüs Bar'ın o dönemin ruhuna özgü umutsuz ve o yüzden saydam olamayan pusu içinde gördüğümün onun yüzü olduğunu teyit bile etmeden kalkıp masasına giderek Vecdi Sayar aracılığıyla tanıştığımı, şiirin yayımlanmasının Salih Ecer'in zorlamasıyla gerçekleştiğini öğrendiğimi, buğulu bir kadeh marifetiyle şiirden bazı bölümleri şaşkın bakışlar altında ve uğultuya hiç teslim olmadan okuduktan sonra oturduğum yere döndüğümü, sonra sonra onu hep sinemacılarla ve Ece Bar'da Yaşar Kemal'le görüp, her seferinde 'arkadan' dolanıp başka şiirlerinden başka dizeleri kulağına fısıldadığımı, onun gülümseyerek “ya otur şiiri bitir ya da yarın buluşalım” deyişini, sonra, çok sonra, onun yokluğuna yol açan patlamanın olduğu yerde Zeki Ökten'e bütün bunları anlatamadığımı, hiç kimseye anlatamadığımı, gidenin o mu yoksa bizler mi olduğunu bilmediğimi ama Lorca'nın öldürüldüğü yıl avlusunda kocaman bir yasemin ağacının bulunduğu bir evde doğduğunu, kelaynak kuşlarını, 'Hafız Divanı'nı, güneşli fırtınalarla bulutlu çiçekleri hep sevdiğini, “Ölüm neden, ve neden her zaman bir sultan var Nemrut Dağı'nın tepesinde?” gibi bir soruyu, “Herkes unuttuğunda kim hatırlayacak örtünün altındakileri?” gibi bir soruyu unutmadım. Onat Kutlar'ın “Kül”ü çoktan, çok önce yakıp Paris çatılarına savurduğunu unutmadım.

A.Adnan Azar
2

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder